Demokrasi ve Meritokrasi

Demokrasi ve Meritokrasi

Demokrasi, kökeninden başlayarak, yüklenen anlamlar, geçirdiği evreler, teori ve pratik açısından ele alınışında ve toplumların uygulamalarında görülen farklılıklar, olumlu ve olumsuz yönleriyle filozofların, siyasetçilerin, toplumbilimcilerin binlerce yıldır tartıştıkları bir konudur. İlk çağlardan yirminci yüzyıla kadar, çetin hesaplaşmalar ve savaşlarla bugünkü duruma gelen demokrasinin, yıkmaya yönelen tehdidin türüne göre, kendini koruma hakkına sahip olmasının demokratik olup olmayacağı ise oldukça tartışmalı bir konudur.

15-16 Temmuz 2016 tarihlerinde toplumun yönetme yetkisi vermediği birtakım kişi veya kişiler, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde bulunan ve kendilerini “Yurtta Sulh Konseyi” diye isimlendiren bir grubu kullanarak halk iradesine müdahale etmek suretiyle yönetme hakkını gasp ederek darbe yapmaya kalkışmışlardır. Ancak iktidar liderleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü ve halkımızın sergilediği duruş ile kısa bir süre içerisinde darbe girişimi bastırılmış, darbeci askerler silahları ile birlikte teslim olmuşlardır.

Egemenliğin hiçbir kayıt ve koşula bağlı olmaksızın, halka ait olduğu kabul edilen demokratik bir yönetimde; hangi gerekçeyle olursa olsun, iktidara müdahale edilmemesi gerekir. Yakın zamanda hepimizin yaşadığı bu acı darbe olayı gösteriyor ki demokrasi, sağlam bir zemine oturtulmadığı, demokratik bir zihniyet ve kültürün hakim olmadığı ortamlarda egemenliği halk adına elinde bulunduran siyasal iktidarın birtakım güçler tarafından yok edilmesi ile karşı karşıya kalınabilmektedir. İktidar olma gücü olmayan ve bu gücü kolayca elde edemeyeceğini anlayan bir kesim ile iktidarı ele alanlar arasında gerçekleşen bir savaş, “iktidar olma” ya da “iktidarı paylaşma” mücadelesi. Demokratik olmayan yollarla karşıtını sindirmek ve gücünü kaybetmemek için çaba gösteren “güçler” tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak “halk” arasında gerçekleşen bir mücadele.

Peki, iktidar olma ya da iktidarı paylaşma savaşı içinde olan birtakım güçlerin demokratik yollarla “gizli gündemlerini” gerçekleştirmeye çalışması ile demokratik olarak mücadele etmenin yolu nasıl olmalıdır?

Elbette bu sorunun birçok farklı ve kompleks cevabı mevcuttur. Ancak demokrasinin yok edilmesi tehlikesine karşı geliştirilmesi gerekli önlemlerin en başında liyakat ilkesinin en iyi şekilde işletilmesi gelmelidir. Devlet içinde bulunan ve sinsice bekleyen, darbe yanlısı gizli kadrolaşma ancak liyakat ilkesinin işletilmesiyle önlenebilir. Devlet kadroları ideolojik önceliklere göre değil, liyakat esasına göre şekillendirilmelidir. İşte tam da burada karşımıza “Meritokrasi” kavramı çıkmaktadır.

Meritokrasi, yönetim biçimleri içinde kendini mantıki açıdan öne çıkaran, demokrasinin içinde gölgeli bir şekilde kendini var etmiş, eşsiz ve üst seviye bir sistemdir. Kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme ve yükselmelerinin bilgi, başarı ve yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlamaktadır. Toplum içerisindeki herkesin belirli toplumsal konumlara ve mesleklere yerleştirileceği varsayılmaktadır. Böylece, toplumsal ödüllerin dağılımı içerisinde sosyoekonomik statü, cinsiyet, ırk gibi verilmiş özelliklerden ziyade “kazanılmış başarı” ile elde edilmiş bir geçiş olduğu varsayılmaktadır.

Meritokrasi, toplumda değerlilerin, seçkinlerin güçlü ve etkili olmasını savunur. Seçkinlerin ve değerlilerin siyasal iktidara egemen olmasını öneren bir görüştür. Özellikle üst kademelerde zekâ, çalışkanlık ve diğer mesleki hünerleri bulunan kişilere yer verilmesi anlamına gelir. Bu sayede kayırmaların da önüne geçilmiş olmaktadır.

Meritokratik bir toplumda, toplumsal kökeni ne olursa olsun herkes yaşam yarışına katılma şansına sahiptir. Meritokratik toplumun “hak eden”’in kazanacağı, “başarılı” olanın ve “daha iyi” olanın daha yüksek toplumsal konumlara ulaşabilecekleri bir toplum olduğu kabul edilmektedir. Gerekli donanıma sahip kişilerin “hak ettikleri” makamlarda görev yaparak milletin en iyi şekilde yönetilmesi sağlanmış olur.

Meritokrasi yönetim biçiminde kamuya ait organlarda görev alan kişilerin tamamı, belirli bir eleme sonucunda bulunduğu makama gelmiştir. Kişinin kendini geliştirerek ve daha da çok bilgi edinerek mevkiini yükseltmesi ile devletin en üst makamlarında “en bilgili ve yetenekli” kişilerin görev yapması sağlanır. En yetenekli ve bilgili kişilerin devleti yönetmesi ise şüphesiz halkın daha başarılı politikalar ile yönetilmesi ve refah seviyesinin artması manasına gelmektedir. Ancak günümüzün hazıra alışan insanı için meritokrasi, korkulacak bir yönetim biçimi haline gelmiştir. Zira kamu kuruluşlarında işe başladıktan sonra emekli olana kadar kendini hiç geliştirmeyen ve hala onlarca yıl öncesinin bilgisi ile bazı işleri “halletmeye çalışan” bireyin meritokratik sistemde yeri de yoktur.

Meritokrasi, tamamen kusursuz bir sistem değildir. Diğer birçok sistem gibi tek başına işletilmesi mümkün olmayan, demokrasi içinde sağlam ve doğru bir zeminle işletilmesi gereken bir sistemdir. Örneğin, iyi bir eğitime ulaşmayı sağlayacak maddi imkanların yarattığı ayrıcalığa sahip bir bireyin daha yetenekli ve zeki olanın önüne geçmesine olanak tanınmamalıdır. Bu nedenle “eğitimde fırsat eşitliği” ilkesi ile beraber işletilmesi gereklidir. Sadece maddi imkanları yeterli olanların değil, toplum içindeki tüm bireylerin iyi bir eğitime ulaşabilmeleri gereklidir. Bu sayede eğitimle ”parlak bir gelecek” yaratmak da mümkün olacaktır.

* Bu makale Katı Dergi Ağustos 2016 sayısında yayınlanmıştır.

HENÜZ YORUM YAPILMAMIŞ

YORUM BIRAKIN

Yorum yapabilmek için zorunlu alanları doldurmanız gerekmektedir.
Belirteceğiniz e-posta adresi yayınlanmayacaktır.